Saç Dökülmesinin Nedeni Beyin mi?

Saç Dökülmesi ve Beyin
Saç Dökülmesi ve Beyin
Kellik. Bir yaratılış hatası mı, yoksa yaratılış harikası mı?

Geçmişten günümüze kadar tüm erkeklerin başının belası olan saç dökülmesinin nedeni acaba başka bir şey mi? Atomun içindeki enerjiyi çıkaran bu bilim neden kafadan iki saç teli çıkaramadı? Acaba bunun hiç çözümü bulunamayacak mı? Yoksa kelleri itlaf mı etmeli? Yoksa bunun üzüntüsünden kurtulmanın tek çaresi saçı dökülmeyen diğer erkeklerin bir centilmenlik yapıp kafalarını kazıtmaları mı?

Bu konuda o kadar çok soru sorulabilir ki bu dökülen saçlarınızın sayısını geçebilir. Peki bunun tek nedeni bir türlü elimize geçirip bezinden salgılandığına bir türlü pişman edemediğimiz ismi lazım değil o hormon mu? Belkide.

Bu çok çok eski bir konu olduğuna göre bir de eskilere soralım. "Ayağını sıcak, başını serin, gönlünü ferah tut". Acaba eskiler bizden bir şey mi saklıyor? Acaba her şey kabak gibi ortada mı? Neyse eskilerin de fikrini aldığımıza göre gelin saç dökülmesine bambaşka bir boyuttan bakalım.


Saç dökülmesi nasıl olur ?

Genetik faktörler, erkeklik hormonunun daha etkin ve güçlü bir türüne dönüşmesiyle gerçekleşen hormonal etkiler, deri hastalıkları, kanser ve ilaç kullanımı gibi sebepler nedeniyle saçlar dökülür. Ama en önemlisi erkek tipi saç dökülmesinde androjen hormonları ve bunların reseptörleri özellikle 5-alfa redüktaz enzimi rol oynamaktadır. Artık neredeyse kendi saçınızı kendiniz ekebilecek kadar saç dökülmesi hakkında bilgi sahibi olduğunuzu varsayarak bu konuya daha fazla girip saç dökülmesinin nasılını uzatmak istemiyorum.


Peki saçlar neden dökülür?

Yada her erkek ve kadında androjen hormonları ve bunların reseptörleri mevcut olduğu halde niçin herkesin saçı dökülmez?

Oysa bir kelin geriye kalan saçları o kadar sağlamdır ki, ense ve yanlardaki saçlar uzatılıp, örülüp bir ipe bağlanıp çekilse göbekli bir adamın bile ayağını yerden kesebilir. Vücudunuz tıka basa, TNT’ye eşdeğer DHT ile dolu (Dihidro-testosteron) ve sadece kafanızın üzerindeki tüyler bundan etkileniyor. Kaşınız, kirpiğiniz, bıyığınız, sakalınız, vücut kıllarınız, ense ve yanlardaki saçlar olduğu gibi duruyor ve neredeyse gittikçe de sağlamlaşıyor; hatta o kılları dökmek en az kafadan saç çıkarmak kadar zor bir hal alıyor.


Bu tuhaf bir durum...

Her iki erkekten biri saç dökülmesinden dolayı üzüntüden ekstra biraz daha saç dökerken, kadınların saçları da olduğu gibi duruyor.


Buda tuhaf bir durum... Hatta en tuhafı ise şu

Saç dökülmesi sadece beyini açığa çıkarıyor ve sonra duruyor. Yada şöyle de denebilir, sadece beynin etrafındaki saçlar dökülüyor. Evet, anahtar bu olabilir.

İnsan beyin ve vücut sıcaklığını gösteren termal görüntü
İnsan vücudunun termal görüntüsü
Beyin, vücudun 1/5’i olmamasına rağmen, toplam vücudun harcadığı kalorinin 1/5’ini harcar. Bu iyi bir oran. Kalori ısı demektir. Oksijen ile glikoz buluşur, açığa karbondioksit ve ısı açığa çıkar. Vücudun normal şartlarda en sıcak yeri beyindir ve bu yönüyle bilgisayar ve işlemcisine çok benzer. Öyle ki soğukta bile derin derin düşünerek belki de kendinizi ısıtabilirsiniz.

Vücuttaki titreme, kalp atışı, sinir sindirim ve diğer sistemler, önüne geçilemeyen nefes alma gibi istekler ve saç dökülmesi gibi olaylar bizim isteklerimiz dışında gerçekleşir. Hatta şöylede denebilir: Vücudumuzun içerisinde istemli olarak zaten hiç bir şey yapamamaktayız. Bilinçaltının yönettiği bu sistem başına buyruktur ve sizin daha adınız bile konmamışken bu sisteme tam yetki verilmiştir. Sadece ve sadece sizin iyiliğiniz için. Ve bu sistemin en çok kıymet verdiği organlardan biriside kendisinin de içinde ikamet ettiği beyindir. Beyin müthiştir ısı yayar, elektro manyetik dalgalar yayar, dalgalar geçer, en hassastır ve kemik kalkanıyla korunan tek organdır. Oksijen eksikliğinde en önce o vefat eder ve o öldüyse gerçekten artık bir ölüsünüzdür. Kısacası başımızın üzerinde yeri vardır.


İyi de, bu koruyucu sistemin saçlarımızla alıp veremediği nedir?
Sorunun cevabı ise şu soru. Sıcakladığınız da ne yaparsınız?

Beyin Açılımı, Isınması ve Saç Dökülmesi
Beyin açılımı ve ısınması
Eğer çok düşünüyorsanız, "brain building"e merakınız varsa, çok stresli ve çok eforlu bir yaşam sürüyorsanız, çok üzülüyorsanız, uzunca bir dönem ruhsal bozukluk ve depresyon gibi bir durumun içinden çıkamadıysanız; bu, olumlu veya olumsuz yönde, bir şekilde daha fazla beyin açılımı yapmışsınız demektir. Ve bu durumda beynin daha fazla bölgesi çalışır hatta bazı bölgeleri durmaksızın çalışır. Çok çalışması daha fazla kalori çekmesi, yakması ve daha fazla ısınması demektir.

Bunun sonucunda beyin ısınır ama normal bir vücut bunu absorbe edip soğutabilir. Dakikada yaklaşık 1 litre kan beyne pompalanır. Kan, beyni hem oksijen hem de glikoz açısından beslerken aynı zamanda akciğerlerde oksijen-karbondioksit alışverişi sırasında serinleyen kan beyne serinlikte iletir.

Bununla birlikte burnunuzla aldığınız nefes beynin tam altından ve çokta yakınından geçer. Hepimizin de bildiği gibi burun boşluğundan geçen hava vücut için ısıtılır ve nemlendirilir. Burun boşluğundaki mevcut sıcaklığında, vücudumuza yeni çektiğimiz havanın ısıtılması için solunan havaya transfer edilmesi beyin alt bölgesi ve çevresinin serinletilmesi anlamına gelir.


Peki normal olmayan bir vücutta ne olur?

Eğer damar sisteminiz yetersiz veya bir problem (daralma vb.) varsa veya kanınız koyuysa ki bu stresin, üzüntünün ve heyecanın bir sonucu olabilir. Koyuluk veya beyne giden damarlarda daralma nedeniyle kanın vücuttaki devri azalır ve bu dakikada beyne giden kanda ve bu da beyne giden serinlikte azalma demektir. Eğer bununla birlikte nefesinizi burnunuzdan değil de ağzınızdan alıyorsanız buda yine beyni serinleten kaynaklardan birisinin daha yok olmasıdır. Bunun sonucunda koruyucu sistem devreye girer ve gözümüzün yaşına bakmadan saçlarınızı tek tek yer çekiminin dayanılmaz cazibesine bırakıverir.


Yani saç dökülmesini nedeni beyni soğutmak içindir diyebiliriz.

Normalde insan, çoğu işi ve çoğu düşüncesi için beyninin frontal (ön) lobunu kullanır. Frontal lob kafanın alın bölgesidir ve hali hazırda zaten keldir. Yani bu bölgedeki aşırı çalışma sonucu oluşabilecek bir ısınma çok rahat bir şekilde vücut dışına aktarılabilir. Ancak saçı giderek azalan bazı insanlar bu frontal lob ile yetinememektedir. Bunun neticesinde gittikçe arka üst taraflara doğru beyin açılımı olur ve bu bölgelerde de hararet artmaya başlar. Ayrıca beyin zaten sıvı içinde bulunduğu ve ısınan sıvının yükseleceği prensibinden yola çıkarak kafanın sivri tepe bölgesinde de ısı birikmesi olabilir diyebiliriz.

Burun Boşluğu
Burun Boşluğu
Saçlarımız iletken değil yalıtkandır. Yaratılış gayesi dış hava sıcaklığından ve soğukluğundan beyni korumak ve beynin kendi sıcaklığını muhafaza etmesine yardımcı olmaktır. Ancak ne var ki beyin ısısında meydana gelen artış ve hatta meydana gelebilecek bir sıcaklık öngörüsü bile koruyucu sistemin saçlarınızı serbest bırakmasına yol açabilir. Bu da kafamızın yalıtımını sağlayan sistemin artık olmaması ve ısı kaybederek soğutulabilmesi anlamına gelir. Bu koruyucu sistemin artık son çaresidir.

Aslında herkesin genlerinde gerektiğinde nasıl kel kalınacağı yazılıdır. Çok çalışan ancak bu ısınmayı tolere edebilen beyinlerde, bu genler beynin ısınmaması sonucu kelliğe ihtiyaç duyulmadığı için saç dökülmesine neden olmaz. Bazılarında saçlar sadece bir miktar dökülür, bazılarında ise sadece seyrekleşir. Hangi durumlarda nasıl davranılacağı genlerde yazılıdır.

Bazılarında bu sıcaklığı yok etmek daha değişik yollar ile olabilmektedir. Örneğin saçların kırlaşması. Yani beyazlaması. Saçlar renklendiğinde özellikle koyu renkli saçlar güneşi ve benzer ısı ışınlarını daha fazla emer ve buda artı bir sıcaklık demektir. Saçların beyazlaması buna karşı bir önlemdir denebilir. Ve genellikle de insanların beyinlerinin en çok geliştiği en fazla kullanıldığı dönemlerde ortaya çıkar. Bu da ikinci sınıf bir savunma sistemidir denilebilir.


Peki saç ekiminden sonra saçlar neden dökülmez?

Saç ekiminde kafanın üzerine nakledilen saçlar zaten bahse konu hormondan etkilenmeyen ve "dökülün" emrine karşı çıkan asi ruhlu saçlardır ve bunları da sadece lazer paklamaktadır. Yani beyinden uzak ve onu kapatmayan saçlar ve tüylerdir ve bu yüzden hala vücudunuzdadır.


Her şey güzelde o zaman kadınların saçları neden dökülmüyor ?

Kadınların saçlarını kurtaran, beyinlerinin erkeklerden ufak olması ve bununla birlikte dakikada beyinlerine pompalanan kanın fazla olması ve östrojen. Evet östrojen bir erkeği kellikten kurtarabilir ancak östrojen racona ters bir hormondur ve saçlarınıza bakış açınızı tamamıyla değiştirebilecek yan etkiler gösterebilir. Kadınların bu beyin yapısı sayesinde beyinleri daha az ısınıp daha çabuk soğuyabilme yeteneğine sahiptir diyebiliriz. Ancak bu bir erkeğin bir kadından yaratılışta daha akıllı olduğu anlamına gelmez. Çünkü 1 kg beynin 10 gramını kullanmakla 1,5 kg beynin 10 gramını kullanmak, kapasite açısından zaten aynı şeydir. Zeka beyin ile değil beyini kullanabilmeye göre değişir.

Kısacası saç dökülmesi bir hastalık veya genetik bir çaresizlik değildir. Saç dökülmesi vücudun aldığı bir takım tedbirlerdendir. Vücudun o bölgeyi açmaya ihtiyacı var ise bunu eninde sonunda yapacaktır (www.coreklen.com). Belki de bu yüzden bugüne kadar saç dökülmesinin önüne geçilememiştir.

Bu da saç dökülmesinin farklı bir boyutuydu. Bilim şuana kadar saç dökülmesinin nasılını araştırdı. Nedenini genlere bağladı. Ancak gözden kaçan kadınlarda neden dökülmediği ve erkeklerde dökülmenin ensede ve kulak üstünde neden gerçekleşmediğiydi.

Şüphesiz bu teorinin, bir grup kelin bir araya getirildiği ayrıntılı bir bilimsel çalışmaya ihtiyacı vardır.

Namaz Abdest
Ayrıca yeri gelmişken bir şeyin daha altını çizmeden geçemeyeceğim. Abdest. Namaz kılanların aldığı abdest, başın günde 5 defa mesh edilmesi başın üst bölgesinin, günde buruna 15 kez su çekilmesi beynin alt bölgesinin, boynun ve ensenin su ile mesh edilmesi de beyne giden şah damar bölgesinin gün boyunca düzenli bir şekilde serinlemesine yardımcı olur. Bununla birlikte günde 80 defa secdeye gidilmesi ve 40 kez rüku edilmesi beyne giden kan akışını artırır. Ve beyne giden kan akışının artmasıda beyin ısısının vücut ısısı ile aynı düzeye indirgenmesi demektir. Bunlar devede kulak gibi görülebilir ancak zaman ile yekün teşkil eder. Bu ise abdestin sadece temizlik için yapılmadığının ve niçin her namazdan önce mutlaka gerektiğinin göstergelerinden bir tanesi olabilir.

Ufak bir hesap yapacak olursak bir kelin evrimini 5 senede tamamlandığı varsayılırsa ve saç dökülmesinin başlamasıyla birlikte bir insanın namaz kılmaya başladığı düşünülürse yaklaşık 27000 kere su ile kendini serinletmiş ve yaklaşık 1.000.000 kez beyne giden kan akışında artış sağlamış olur. Buda belki onun saç dökülmesini engelleyebilir veya erteleyebilir. Ancak bu niyetle kılınan namaz da "niyet ettim erkek tipi saç dökülmesi için..." gibi ilginç bir şey olabilir. Bilgilerinize önemle arz olunur...

(Bu konu ilk defa ve sadece bu sitede kaleme alınmıştır. Komik bir dille yazılmış olması bilimsellikten ve mantıktan uzak olduğunu göstermez. 2B adaylarının gülme kaslarında biraz olsun gerilme meydana getirmek için yazı sonradan yumuşatılmıştır. Kaynak gösterilmeden kopyalanması kesinlikle yasaktır. Bu düşüncenin sahiplenilmesi veya benzeri bir durumda ise bütün hukuki yollara başvurulacağı da bilinmelidir.)

Saç dökülmesi hakkında bilgiler

Hayvanların vücutları tamamen tüylüdür. Bunun faydalı bir nedeni vardır. Çünkü bu tüyler onları soğuk ve kötü hava şartlarından korur. Biz insanlarda ise tüylerin böyle bir işlevi olmayıp, fonksiyonu daha çok görüntüyle ilgilidir. Bu nedenle de saç dökülmesi daima önlenmeye çalışılmıştır. Saç özellikle 17.yy’da bir statü bir yaşam biçimi halini almıştır. Günümüzde saç dökülmesinin nedenleriyle ilgili bilgilerimiz kısmen artmıştır. Ama mucizevi bir hal çaresi bulunamamıştır.

Saç dışarıdan görünen bir gövde ve kafaya gömülmüş bir kökten oluşur. Saç folikülleri kan ile beslenen saç hücrelerini üretirler. Her bir saçı ufak bir kas lif tutar. Her bir saçın dibinde yağ salgılayan bir yağ bezi vardır. Bu bez yağı saç foliküllerine salar. Saç yağının normalden fazla salgılanması saçların yağlanmasına ve bazı hallerde kepeklenmesine neden olur.

Saç üç tabakadan oluşur. Bunlar ilik, kabuk ve kütikül denilen ölü deri tabakasıdır. Normal bir saç günde bir santimin 35 te 1’i kadar yani 2,86 mm uzar. Saç 2 ila 5 yıl, kaşlar 3 ila 5 ay, kirpikler ise daha kısa bir ömre sahiptir. Saçın oluşması üç dönemde olur.

Saç Uzama, Dinlenme ve Dökülme Dönemleri
Saçın uzama, dinlenme
ve dökülme dönemleri
  1. Anagen dönem saçın uzama dönemidir ve 1000 gün kadar devam eder.
  2. Katagen dönem uzamanın durduğu dinlenme dönemdir.
  3. Telofaz dönem dökülme dönemidir ve saçın ömrünün son 100 günüdür.

Normal bir yetişkinin başında yüz bin kadar kaç vardır. Günde 20 ila 80 arasında saç dökülür. Ama bunların yerine yenisi çıkar. Saçsızlıktan yakınan insanlarda saçın uzama ömrü kısadır. Bu saçın yenilenmesini ve sayısını azaltan bir sonucu doğurur. Saçın dökülüp kelliğin başlaması saçların yarısı dökülünceye kadar dışarıdan fark edilmez.


Saça rengini veren hem ilik hem kabukta bulunan melanin maddesidir.

Melaninin yoğunluğu ve karışımına göre saç rengini alır. Melanin yoğunlaştıkça saç rengi koyulaşır. Vücutta demir oranı yüksekse bu kızıl saça neden olur. Beyaz saçlarda hiç melanin olmadığı gibi saç kabuğunun içinde hava vardır.


Saç dökülmesi tam olarak açıklanamayan bir olgudur.

Neredeyse her iki erkekten biri saç dökülmesinden şikayetçi iken kadınlarda bu oran sadece yüzde 5 ila 7 arasında değişir. Saç dökülmesinin nedeni kalıtsal olabildiği gibi bir hastalığa da bağlı olabilir. Erkeklerde olduğu gibi kadınlarda da saç dökülmesinin en bilinen nedeni erkek eşey yani testosteron hormonlarına bağlı olarak kelliktir. Adrenal bezleri tarafından üretilen erkeklik hormonları saçın kalitesini ve yapısını etkiler. Bunun sonucunda bazı kişilerde saç normalden yavaş büyür ve yeni çıkan saç sayısı giderek azalır. Saçsızlığa neden olan saç dökülmesi 20 yaşında başlayıp 40 yaşlarına kadar devam eder. 40 yaşından sonra durumda önemli bir gelişme olmaz.

Saç dökülmesi erkeklerde hormon üretimiyle paralel bir seyir takip eder. Kellik genelde başın alın dahil orta kısmında olur. Şakaklardaki saçlar genellikle dökülmeden etkilenmez. Hormona dayanan kellik kısmen de olsa kalıtsal bir nedene sahiptir. Kadınların erkeklerden daha az etkilenmesinin nedeni kadın hormonlarının saçları koruyucu yapısından ileri gelmektedir. Kadınlarda saçın seyrekleşmesi genellikle menopozdan hemen önceki dönemde başlar.

Kaş dökülmesi ve Kellik
Kaş dökülmesi ve Kellik
Kısmi yada toptan saç kaybı bir hastalık yada bir hastalık tedavisinin sonucu olarak da ortaya çıkabilir. Kaşların tamamen dökülerek oluşan kellik hali oldukça ender rastlanan bir durumdur. Saçları bebeklikten bu yada seyrek olan polün durumu budur. Doktor bu durumu kalıtsal nedenlere bağlamakla beraber bu olguyu tam olarak açıklayamamışlardır.

Başta parça parça oluşan kelliğin nedenleri bilinmemektedir. Zamanla durumun düzeldiği ve boş yerlerde boş yerlerde yeniden saç çıktığı olur. Ama polün saçları hiçbir zaman çıkmayacak. İlk zamanlarda durumu peruk takarak gizlemeye çalışmış. Ama artık buna gerek duymuyor. Saçları o henüz altı yaşındayken parça parça dökülmeye başlamış. Bu gibi durumların nedenini önemli bir ruhsal şoka bağlama eğilimi vardır.

Nedeni bilinmeyen sedef hastalığının kafa derisine geçmesi halinde o bölgedeki saçların dökülmesi normaldir. Sedef hastalığı sinirsel ve beslenme alışkanlıklarına bağlanan bir hastalıktır. Ultraviyole ışınlarıyla tedavi yöntemi sınırlıda olsa bazı hallerde olumlu sonuç vermektedir. Katranlı şampuan kullanımının da olumlu sonuçları görülmüştür.


Saç dökülmesi aşırı yağlı saçlarda da görülür.

Aşırı yağlılık genellikle kepek sorununu da beraberinde getirir. Kepekle mücadelede en etkin ilaç reçeteyle alınan ketokonazol içeren nizoral gibi şampuanlardır. Bir çok şampuandan daha etkili bir madde olan ketokonazol aynı zamanda kaşıntı ve bazı enfeksiyonlara da iyi gelir. Ayrıca etkisi de uzun sürer. Ancak kullanımının bir doktor tavsiyesiyle yapılmasında yarar vardır.

Saç masajı
Saç masajı
John saç dökülmesinden şikayetçi olduğu için doktora gitmiştir. Doktor onun yaşına, genel sağlık durumuna, kalıtsal geçmişine, ruhsal durumuna ve dökülmenin hızına göre bir tedavi yöntemi belirler. İşe saçları kuvvetlendirici bir kremle başlar. Bu krem ölü saçları dökerek yerine yenilerinin çıkmasına yardımcı olacaktır.

Ayrıca saçlara masaj yaparak derideki kan deveranını hızlandırmanın yararı olabilir. Sonunda yeni bir ilaç olan minoxidil tavsiye eder. Bu saçları güçlendiren yağsız bir maddedir. John her gün sabah akşam bununla saçlarına friksiyon yapacaktır. Bir sonuç alınabilecekse bu 2 ila 4 ayda belli olur. Bu ilaçların elbette bazı dezavantajları da vardır. Pahalı olmaları bir yana yararları kesin değildir. Ve hayat boyu uygulanmaları gerekir.

Sağlıklı saçlar için saçlarımıza gereken önemi göstermeliyiz. Boya, sık yaptırılan perma saçları zayıflatıp kırılmasına neden olur. Bunların zararları belki giderilebilir. Ama asıl olan zararlı olduğu bilinen şeylerden kaçınmaktır.

Kellik halinde giderek daha çok insan yapay yollarla bu durumu gidermeye çalışmaktadır. Gerçek saç yada sentetik saç kullanılarak yapılan yarım yada tam peruklar vardır. Peruğu zevk ve değişiklik olsun diye kullananlarda vardır.

Saç Ekimi
Saç Ekimi
Son yıllarda saç ekimi konusunda önemli gelişmeler olmuştur. A.B.D. de en çok yapılan plastik cerrahi saç nakli içindir. Bu muayenehane ortamında bile yapılabilen oldukça basit bir işlemdir. Üzerinde 10 – 15 saç olan 5 mm genişliğinde deri parçaları başın gerisinden alınır ve saçın dökülmüş olduğu bölümlere uygulanır. Bu tür bir saç naklinin başarı ile sonuçlanması bazı etkenlere bağlıdır. Ki bunlar yaş, genel sağlık durumu, saçın rengi ve yapısı, derinin elastikiyeti saçın kalite ve adeti gibi faktörlerdir.

Saçlarımız her gün hava kirliliği zorlu yaşam koşulları ve kullanılan kozmetikler gibi bir çok olumsuz etkenle karşı karşıyadır. Saç temizliğine önem vermemiz, kullandığımız sabun yada şampuanın kalitesi saçlarımızın sağlığını korur. Ayrıca saçların fırçalanması da önemlidir. Boya ve perma uygulanan saçları güçlendirici önlemler alınmalıdır.

Bakınız Saç dökülmesinin nedeni ve beyin ilişkisi.

Saçkıran hakkında bilgiler

Saçkıran
Saçkıran
Saç dökülmesi dendiğinde akla öncelikle ailevi özelliği olan ve genelde erkeklerde sıklıkla görülen ve genç yetişkin erkeğin sorunu olan kalıtsal saç dökülmesi gelmektedir. Bu tarz dökülmeler kadınlarda da özellikle yumurtalık kisti olduğunda, adet bozuklukları ya da vücutta tüylenmeyle birlikte görülmektedir. Her iki cinste de özelikle ciddi streslerden sonra ani başlangıçlı saç dökülmelerine sıklıkla rastlanır.

Bu tür saç dökülmelerinde ağızdan alınarak kullanılan ve içinde yeşil çay ekstresi, soya isoflavonlarından daidzein, strese karşı vücudu koruyan ginseng ve antioksidan olan üzüm çekirdek ekstresi içeren tabletler uzun yıllardır ülkemizde kullanılmaktadır. Ancak saz dökülmesinin çok daha farklı bir türü de bulunmaktadır. Buna halk arasında saç kıran denmektedir. Asıl adı ise Alopesi Areata’dır.


Saç köküne saldırı

Alopesi Areata (saç kıran) saç köklerine karşı vücudun aniden saldırıya geçmesi ile ortaya çıkan ve ani başlangıçlı, kimi zaman tedaviye yanıt veren, kimi zaman ise etkili bir şekilde tedavi edilemeyen bir saç hastalığıdır. Geleneksel olarak kullanılan sentetik kimyasal ilaçlar, bu hastalığın tedavisinde çok başarılı olmamakta ve çoğu zaman ciddi yan etkiler oluşturabilmektedir.


Saçkıran Tedavisi

Yaklaşık 10 yıl önce ünlü İngiliz Dermatologlarından Dr. Isabelle Hay ve çalışma arkadaşları saç kıran tedavisinde çok farklı bir yol kullanmışlardır. Bu araştırmacılar aromaterapötik olan sedir yağını, biberiye yağını, kekik yağını ve lavanta yağını özel miktarlarda karıştırıp saç kıran görülen bölgeye uyguladıklarında çok etkili olduğunu bulmuşlar ve en prestijli dermatoloji tıp dergilerinden biri olan Arch Dermatol’de yayınlamışlardır. Benzer bir araştırma da ülkemizde Gülhane Askeri Tıp Akademisi Dermatoloji ana bilim dalında Revigen Areata isimli aroma terapi kompleksi ile yapılmış ve Berlin’deki Uluslar arası Dermatoloji Kongresinde sonuçlar açıklanmıştır.

Bu araştırma sonucunda aromaterapötik botanik yağlardan oluşan Revigen Areata’nın Alopesi Areatalı olgularda çok başarılı olduğu kanıtlanmıştır. Tüm bu sonuçları artık saç kıran hastalığında hiçbir yan etki oluşturmadan tedavi edilebilecek formüllerin elimizde olduğunu göstermektedir.

Pas ve paslı suyun zararı olur mu?

Paslı su
Su ve hava varlığında oluşan demir ve oksijen bileşiklerine (genellikle kırmızı oksitlere) pas denir. Paslanma demir ve demirin çelik gibi alaşımlarının korozyonu için kullanılan ortak bir terimdir. Yeterli zaman içerisinde su, oksijen herhangi bir miktardaki demir tamamen pas oluşturur ve demir parçalanır.

Birkaç gün kullanmadığınız musluklarınızdan kirli sarı renkte su geliyorsa, demliğinizin altında sarı birikimler oluyorsa, lavabonuzda sarı izler oluşuyorsa tesisatınız paslanmış demektir. Böyle bir durumda ya tesisat değiştirilmeli yada su filtre edilerek kullanılmalıdır.

Yanıklar ve dereceleri hakkında bilgiler

1. Derece Yanık, Su Toplama
1. Derece Yanık, Su Toplama
Yanıkların yarısından fazlası ev ortamında oluşur. Aslında bunların bir kısmı önlenebilir kazalardır. Yanık ilk olarak deriyi etkiler. Hafif yanıklardan başlayıp çok ciddi ve yaşamsal dereceye kadar gidenleri olabilir. Bu yakıcı unsurun ısısı, yanığın derinliği ve kapladığı alana göre değişir.

Deri sadece güzelliği yansıtan bir unsur değil, bir çok işlevi olan organımızdır. Bu organı sadece vücudun bir örtüsü olarak alamayız. O yaşayan bir dokudur. Vücudumuzun en geniş organının işlevlerinden belki de en önemlisi vücudu mikroplara ve enfeksiyonlara karşı korumaktır.

Deri Yenilenmesi
Deri Yenilenmesi
Dışta yer alan üst deri epidermis ve bu katmanın altındaki deri dermistir. Üst deri 1 mm’den daha ince dayanıklı ve esnek, su geçirmez ve son derece duyarlı bir yapıdadır. Sağlıklı bir bünyede üst deri hücreleri devamlı dökülerek yeni deri hücreleri kabaca 1 ayda en alt katmandan yüzeye doğru çıkıp yeni üst deriyi oluşturur.

Epidermisten 20 kat daha kalın olan alt deri, derinin dokunmayı, ısıyı ve basıncı hisseden sinir uçlarının bulunduğu katmandır. Besinleri taşıyan kan damarları alt derinin sonundaki ağsı katmandadır. Ağsı katman deriyi dayanıklı ve esnek yapan kolajen ve bağ doku liflerinden oluşur. Alt derinin altındaki dokularda kas katmanları, vücudun ihtiyacı halinde kullanılmak üzere depolanan yağ katmanları yer alır. Kan damarları, kemikler ve tendonlar da deri altı dokularındandır. Yanıklar deriyi ve çevresindeki dokuları yıkıma uğratır.

Elektrik Çarpması Yanığı
Elektrik Çarpması Yanığı
Yanıkların hepsi ateşten ileri gelmez. Sıvı, katı cisimler ve hatta aşırı soğuk bile bir yanığa neden olabilir. Güneşte deriyi yakan bir özelliğe sahiptir. Yanığın ciddiyeti yakıcı elamanın sıcaklığına, etki süresine ve vücuttaki etki alanına göre değişir. Elektrik ve ultraviyolenin neden olduğu yanıklar acil sıhhi müdahale gerektiren son derece ciddi yanıklardır. Neyse ki bunlara çok sık rastlanılmamaktadır.

Kemik kırıkları hakkında bilgiler

Hareket sağlıklı bir vücut ve sağlıklı bir yaşam için şarttır. Ama her zaman bir kaza tehlikesiyle de karşı karşıyayız. Spor yaparken olduğu kadar normal günlük yaşamımızda da bu kazalar bazen kemik kırılmalarına da neden olabilir. Kırık, aşırı gelirim yada darbe nedeniyle kemik dokusunun bütünlüğünün bozulmasıdır. Bazı hallerde ameliyat bile gerektirebilir. Genellikle geçici bir durumdur ana bazı durumlarda kalıcı arazlar bırakabilir.

İskelet, vücuda destek olmak üzere özelleşmiş yapı bloğudur. Vücuda destek olmanın dışında doku ve organları korur. Hareket etmeyi sağlar. Bazı hayati organlarımız için koruyucu bir zırhtır. İskeleti oluşturan kemikler vücudun ihtiyacı olan bir çok mineralin depolandığı sert dokulardır.


Kırıkları oluşları itibariyle üç grupta toplayabiliriz.

  • Kayak kayan bir sporcu iniş sırasında ters bir şekilde düşerse birinci gruptan bir kırıkla karşılaşacaktır. Bu kemiğin doğrudan yada dolaylı bir şekilde aşırı gerilim yada darbe sonucu kırılmasıdır.
  • İkinci tür kırık nedeni herhangi bir dış etkene dayanmayan kemiğin patolojik yapısından oluşan kırıklardır. Genellikle yaşlılarda ve kadınlarda rastlanılan osteoporoz nedeniyle zayıflayan kemiklerin kırılmasına patolojik kırıklar denir.
  • Üçüncü nedense aşırı zorlama yada ufak darbelerin hep aynı noktaya olması sonucu zamanla oluşan kemik zayıflamalarında rastlanır. Koşu yapan bir kişi aşırı zorlama sonucu bir darbe almaksızın da bir kırıkla karşılaşabilir.

Tamamlayıcı Tıpta Astım

Astım Spreyi
Astım Spreyi
Solunum yollarının mikrobik olmayan alerjik iltihaplanma nedeniyle daralmasına astım denir. Bu daralma solunum yollarının uyaranlara karşı aşırı duyarlılığı nedeniyle kasların kasılmasına, mukozanın şişmesine ve buradaki salgının artmasına bağlıdır.

Türkiye de 1,5 milyonu çocuk, 7 milyon astımlı olduğu bildirilmektedir. Hastaların öksürük, nefes darlığı, göğüste sıkışma gibi şikayetleri olur. Nefes almak çoğumuz için doğaldır ancak astımı olanlar içinse rahat nefes bir ödül gibidir. Astım bronşlarda daralma ile nefes almayı zorlaştırır bazen de imkansız hale getirir. Birçok faktör astımı tetikler. Egzersizden, havadan alınan alerjenlere, stresten, bazı gıdalara kadar.

Amerika’da yapılan çalışmalar son 15 yılda astımlı hasta sayısında ciddi bir artış yaşandığını, tanılı hasta sayısının 20 milyona ulaştığını göstermektedir. Artıştaki en önemli neden ise gıda etkileridir; gıda alerjileri, gıda hassasiyetleri, yetersiz beslenme yada besin değeri düşük gıda tüketimine bağlı bağışıklık sisteminin zayıflamasıdır. Gelin birlikte astımdan batı tıbbı tedavilerine yandaş tamamlayıcı tıp önerilerini inceleyelim.

Kişinin alerjisi olan gıdayı diyetinden çıkarmak; “alerjen” olarak en sık karılaştığımız gıdalar süt, süt ürünleri, deniz mahsulleri, buğday, hindi, tavuk, soya, tuzdur.

Astımı tetikleyen gıdalar olduğu gibi tedavi edenler de vardır.


Somon Balığı

İçerdiği omega 3 ile inflamasyonu azaltıp akciğer fonksiyonlarını düzenler ve egzersiz sonucu oluşan bronş daralmasını önler. Soğuksu balıkları da omega 3 yönünden zengindir.


Ispanak

Astım hastalarında magnezyum düşüklüğü saptanmaktadır. Ispanakta bol bulunan magnezyum orta düzeyde antihistaminik etki gösterir ve düz kas kasılmalarını önler. Ayrıca ıspanakta bulunan B vitaminleri stres yanıtını kontrol edip astım ataklarını azaltır.


Kırmızı Biber

Zengin C vitamini içeri ile inflamasyonu kontrol edip, astım bulgularını azaltır.


Soğan

Antiinflamatuar ve antihistaminik etkisi ile bronş daralmasını önler. Antioksidan özelliği ilede bağışıklık sistemini güçlendirir.


Çocuklarda Astım
Çocuklarda Astım
Nohut

Özellikle çocuklarda astım semptomları ve hırıltıyı önler. Astım ilaçları B6 vitamin metabolizmasını bozar bu nedenle vitamin B6 takviyesi gerekir, nohut sahip olduğu yüksek B6 vitamini ile doğal takviye sağlar.

Bununla birlikte; homeopatik alımı, boswellia kullanımı, vitamin C alımı, okaliptus buğu kullanımı, magnezyum alımı, gingko bloba kullanımı, vitamin E alımı ve rahatlama teknikleri (masaj vb.) ek yöntemlerdir.


Akapunktur Tedavisi

Bronş genişletme mukoza ödemini çözme, astım krizini giderme yada engelleme amaçlı kullanımı önerilir.


Kolon hidroterapi

Alerjen ajandan arınma amaçlı önerilmektedir.


Ozon Tedavisi

Majör ve minör otohemoterapi şeklinde kullanımı ile; bağışıklık sistemini güçlendirme, bronş spazmını göçme, antibakteriyal ve virostatik özelliği ile enfeksiyonu önleme amaçlı kullanımı önerilmektedir.


Dr. Sevil Özkan

Stres hakkında bilgiler

Stres
Çağımızın modern yaşamı hayatımıza bir yandan refah ve konfor getirirken bir yandan da olumsuz yan etkilen getirmiştir. Hareket halinde olan bir toplumda yaşıyoruz. Değişimler heyecan vericidir. Ama beraberlerinde bir belirsizlik, güvensizlik ortamını da getirirler. Gün geçtikçe daha stresli bir yaşam içine girerken baskı altında geçen saatler, bir yerlere yetişme telaşı, ister işte ister evde olsun erişilecek hedefler her gün artıyor. Stres zamanla bir insanın fiziksel ve ruhsal sağlığını tehdit etmeye başlar. Gerçekten de ya büyük ya küçük ya üzen yada sevindirici birçok olay stres kaynağıdır.


Peki stres nedir?

Gerginlik olarak da bildiğimiz stres canlının zihinsel yada fizyolojik işlevlerini kesintiye uğratan gerginlik yada dış etkidir. Her zaman olumsuz nazarda baktığımız stresin olumlu yönleri de vardır. Stresin zaman zaman fiziksel belirtileri de vardır. Örneğin kalp çarpıntısı, yüksek tansiyon ve baş ağrısı. Bu şikayetlerin bir uzman tarafından dikkatle incelenmesi gerekir. Çünkü sebep beklide fiziksel bir rahatsızlıktır. Hastadaki belirtiler gerçekten de stresten ileri geliyorsa doktor strese neden olan sebepleri ortadan kaldırmaya çalışır. Doktor doğrudan bir ilaç tedavisine girebilir ama ilk yapılması gereken şey tıpkı diğer hastalıklarda olduğu gibi olayın nedenlerine inmektir. Doktor hastasını bir başka uzmana da yönlendirebilir. Örneğin stresle baş etmesine yardımcı olacak bir psikoloğa.

Streste her bir durum vücutta genel uyum sendromu diyebileceğimiz bir seri reaksiyon meydana getirir. İlk tepki şaşkınlık, alarm tepkisidir. Ondan sonra vücudun uyum göstermek için direnç tepkisi başlar. En sonunda tükenmişlik hissi gelir ki, bu sırada duruma uyumda gösterilmiş olabilir; uyum gayretlerinden vazgeçilmiş de olabilir. Alarm sinyalleri beyindeki hipotalamus bölgesine yollanır. Bu bölge sinyalleri hipofiz bezine yollar ve bu bez güçlü bir ağrı kesici olan endorfin salgılar. ASDH olarak bilinen hormon salgılamasına hız verir. ASDH ta ki artış böbreklerin üstündeki adrenalin bezlerini harekete geçirir. Bu ufak organlar üç tip hormon salgılar. Epinefrin, norepinefrin ve kortizondur. Bu hormonlar dolaşım sistemi, solunum sistemi ve vücudun kan şekerini etkiler. Kalp atışları artar, solunum hızlanır, kan basıncı yükselir, kaslar gerginleşir ve deri solgunlaşır.

İnsan vücudu yaşamı boyunca güneş çarpmasından, kırıklara, kazalara kadar sayısız fiziksel sorunla karşılaşır. Ama vücudumuza esas zararı sağlıksız alışkanlıklarımızla biz kendimiz veririz. Örneğin yanlış ve aşırı beslenmek, sigara, alkol kullanmak gibi her gün tekrarladığımız basit olaylarla. Aşırı yemekten dolayı aldıkları fazla kiloları atmak isteyenlerimiz, mucizevi diyet peşinde dengesiz bir yemek rejiminin takipçisi olurlar. Bazıları belirli bir süre neredeyse hiçbir şey yemezler. Bu tür davranışların hepsi vücudumuzu anlamsız bir gerginliğe soktuğu için zararlıdır. Beslenme rejimindeki yanlışlıklar strese mükemmel bir arkadaştır. Gereğinden çok şekerli yağlı besinler gibi kahve, alkol ve uyuşturucularda vücudumuzun üstesinden gelemeyeceği bir dengesizlik meydana getirir. Şeker, damar sertliği, kalp ve damar hastalıklarına neden olur.

Günümüzde iş hayatı kadın olsun, erkek olsun, ister amir olsun, ister memur olsun herkes için önemli bir gerginlik kaynağıdır. Stres kelimesi olumsuz anlamda, bize bunaltı ve sıkıntı veren bir unsurdur. Devamlı aynı işi yapmak, karanlık ortamlar, gürültü kirliliği, yetişme telaşı ve iş yaşamındaki sorunlu ilişkiler insanı fiziksel ve ruhsal açıdan yorar. Bazı mesleklerin doğasında stres vardır. Ama stresin zaman zaman olumlu etkilerinin de olduğundan da söz etmiştik.


Stresin Faydaları

Bazı bünyeler stres altında oldukları zaman daha başarılı olurlar. Kapasiteleri artar ve yaratıcılıkları ön plana çıkar. Performansları düzelir. Aslında stresin dozu ve etkisi kişiden kişiye değişir. Bir insan için yıkım olan bir olay yada ortam bir başkası için sadece heyecan verici olabilir. Zaten ideal olan insanların rahatlıkla dayanabilecekleri bir stres ortamına yakın yaşamalarıdır. Strese dayanamayan ve rutin bir yaşamı tercih eden insanlar çok ağır sorumluluklar ve değişkenlikler taşıyan ortamlarda başarılı olamazlar. Buna karşın bir şeyler ile mücadele etmek yeni yeni şeyler öğrenmek ve uygulamak ve sorun çözmekten hoşlanan insanlar durağan ve stresten tamamen uzak bir ortamdan sıkılabilirler.

İskelet sistemi hakkında bilgiler

Kafatası, Omur, Omurilik, Vertebra, Disk
Kafatası ve Omurilik
İskelet bir canlının vücudunu korumak için son derece sağlam bir çatıdır. Organları yer çekiminden ve dış darbelerden korur. Ayrıca vücudun uyumlu bir şekilde hareket etmesini sağlar. Deniz anası gibi basit yapılı canlılarda iskelet yoktur. İskeleti olmayan hayvanlar hızlı hareket edemezler. Bazı hayvanların iskeleti vücudunun dışında gelişir ve buna dış iskelet yani kabuk denir. Bunlar oldukça sert ve hafif bir madde olan kutinden oluşmuştur. Bu tip iskeletleri hareketli parçalar meydana getirir. Böylece bu hayvanlar kolay ve süratli hareket etme kabiliyetine sahip olurlar. İskeleti vücudun dışında oluşan hayvanlar için bu yapı vücutlarını dış darbelerden korumak içinde avantajlıdır. İç iskeletler hayvanların vücuduna elastikiyet hareketlerine serbestlik ve sürat kazandırır.

İnsan vücudundaki iskelet insanın istediği gibi hareket etmesine uygun özellikler taşır. Her bir kemik ve kemik grubunun özel bir işlevi vardır. Yetişkin bir insanın iskeletinde yaklaşık 206 adet kemik bulunur. Tam rakam azda olsa değişebilir.

Kafatası vücudumuzun koruyucu kafesidir. Kafatasının çene dışındaki tüm kemikleri hareketsizdir. Ve beyni koruyabilmek için çocukluktan itibaren birbirine kenetlenmiş şekilde büyür. Kafatası omurganın üzerine oturmuştur. Omurga omur yada vertebra denilen yuvarlak kemiklerden oluşmuş bir kolondur. Bu sağlam ve hareketli kolon omuriliği korur. Diğer bütün kemiklerde olduğu gibi bu kemiklerde birbirlerine bağ dokularla bağlanmıştır.

Kalça Leğen Kemiği, Pelvis
Kalça Leğen Kemiği
İnsanların büyük çoğunluğunun 12 çift kaburga kemiği vardır. Ancak her 20 kişiden birinde bu kemiklerin sayısı 13 çifttir. Kaburga kemikleri iç organlarımızı korur ve solunuma yardımcı olur. Omurganın bittiği yerde leğen kemiği yani pelvis başlar. Pelvis batındaki iç organları, gövdemizi korur ve sağlam bir destek verir. Kafatası, belkemiği, göğüs kafesi ve leğen kemiği bir eksen üzerinde olduklarından buna eksensel iskelet denir.

Üst ve alt koldaki gibi uzun kemikler manivela gibi kullanılmaya uygundur; hızlı ve güçlü hareketler yapmamızı kolaylaştırır. Eller objeleri tutmaya yarar kısa ve küt uçlu kemikleriyle ince ve hassas işler yapabilecek yapıdadırlar. Uyluk kemikleri vücuttaki en uzun ve en ağır kemiklerdir. Bacaklardaki kaval kemikleri de geniş hareketler yapabilecek niteliktedir.

Zehirlenme hakkında bilgiler

Zehirlenme İlk Yardım Merkezi Telefonu 112
Zehir Danışma Merkezi 114

Mantar Zehirlenmesi
Mantar Zehirlenmesi
Çocuğu zehirlenmiş bir insanın ilk tepkisi çocuğunu derhal bir hastanenin acil servisine götürmek olur. Çocuk kendinden geçmişse bu yapılacak en doğru harekettir. Ancak zehirlenme vakalarının yüzde 99’nda hastanenin yolunu tutmak gerekmez. Derhal bir hekime telefon ederek, alınması gereken ilk tedbirlerin ne olduğunu öğrenmek en doğrusu ve vakit kaybetmemek açısından en etkilisidir. Zehirlenme vakalarının çoğu evde yapılacak ilk yardım girişimi sonucu tehlikesizce atlatılır.

Batı ülkelerinin çoğunda tıpkı Türkiye'deki 112 yada 114 lü numaraları gibi telefon ile bağlanılan zehirlenme ilk yardım merkezleri vardır. Bu son derece yararlı hizmetin olmadığı ülkelerde de hiç olmazsa bir hekimden telefonla yardım istenebilir. Kendi uzmanlık dalı olmasa bile bir hekimin önerileri acil müdahaleye yeterli olacaktır.

Her yıl çoğunluğu ev ortamında ve daha çok çocukların kurban olduğu binlerce zehirlenme vakası oluyor. Vakanın ciddiyeti, kişinin direnci ve alınan zehirin güç ve miktarına bağlıdır. En çok karşılaşılan zehirlenmelerin yediklerimizden olduğunun düşünülmesinin nedeni bu tip zehirlenmelerin çoğu zaman büyük grupları etkilemesidir. Aslında ilaç ve temizlenme malzemelerinden olan zehirlenme vakaları yiyeceklerden olanlardan daha fazladır. Zehirlenmelerin kurbanlarının çoğu da her bulduğunu ağzına atma eğiliminde bulunan çocuklardır. Zehirlenmenin sonuçları birçok faktöre bağlıdır.

  1. Zehirin hangi yolla vücuda girdiğidir. Solukla mı, yiyecekle mi, yoksa deri yoluyla mı?
  2. Vücudun zehire karşı direncidir.
  3. Zehirli maddenin zehirleyici yapısı önem taşır.

Vakadan vakaya değişiklik gösteren bir başka unsur zehirle temas süresi uzunluğu, zehirlenen kişinin yaşı, kilosu ve cinsiyetidir.

Bazı zehirlerin etkisi bölgeseldir. Örneğin kostik bir maddenin yutulması ağızda ve midede etkili olur. Oysa bazı zehirler zehrin kana karışması sonucu belli bir organı etkiler. İlaç zehirlenmeleri kalp krizine kadar giden bir etkiye sahip olabilir. Tüm vücudu etkisi altına alabilecek zehirlenmelerde söz konusudur. Bunlar bilinci, solunum fonksiyonlarını, dolaşımı yada sindirim sistemini etkileyebilirler.

Anti sosyal kişilik bozukluğu hakkında bilgiler

Anti Sosyal Kişilik Bozukluğu, Psikopat
Kişilik Bozukluğu
Psikiyatri dışında sosyolojik ve hukuksal açıdan da ilgi çekici bir konu olan anti sosyal kişilik bozukluğunun, toplumca bilinen ve yaygın olarak kullanılan adı psikopatlıktır. Anti sosyal Kişilik Bozukluğunun başlıca özelliği, çocuklukta ya da ergenliğin ilk yıllarında başlayan ve yetişkinlik dönemine doğru süren, başkalarının haklarını saymama ve haklarına saldırma ile giden yaygın bir bozukluktur.

Bu kişilerde 15 yaşından önce yalan söyleme, para çalma gibi belirgin davranım bozuklukları oldukça tipiktir. Daha çocuk sayılacak yaşlardan itibaren çevreden, okuldan sürekli şikayetler olması aileleri için de sorun oluşturmaktadır. En belirgin özelliği yasalara ve toplumsal kurallara uyum sağlanamamasıdır. Bu kişiler sık sık mala zarar verme, başkalarını taciz etme, hırsızlık yapma, yasa dışı işlerin peşinde koşma gibi tutuklanmalarına zemin hazırlayan eylemlerde bulunurlar. Bu kişiler başkalarının isteklerini, haklarını yad da duygularını görmezlikten gelirler. Hatta yaptıklarını normal olarak değerlendirirler ve bu nedenle cezalara rağmen davranışlarını devam ettirirler.

İnsan ilişkilerini sürekli kendi çıkarları için kullanırlar. Güven, dürüstlük ve sadakat gibi duygulara sahip değillerdir. Çoğu zaman sadece zevk için insanları aldatır, dolandırırlar. Borçlarına sadık değildirler. Buna rağmen fütursuzca aynı kişilerden defalarca borç isteyebilirler. Eşlerini çok kolaylıkla aldatır ve bunun haklı gerekçeleri olduğuna inanırlar. Asla vicdan azabı yaşamazlar ancak cezadan kurtulmak ya da karşısındakini aldatmak amacıyla pişmanlık gösterileri yapabilirler.

Dürtüsel davranışlar ve alkol-madde bağımlılığı sıklıkla görülür. Alkol alımı ile davranışlarındaki bozukluk artmaktadır. Kaytarma, usulsüzlük, disiplinsizlik gibi nedenlerle uzun süreli işleri genellikle yoktur. Zaten çalışmayı sevmedikleri için başkalarının sırtından geçinme eğilimleri vardır. Yasal olmayan işleri sanki mıknatıs gibi çekerler. Kolayca öfke yaşayıp kavgalara karışırlar. Başkalarının güvenliği onlar için önemli değildir. Çocuklarını, eşlerini ya da ana-babalarını kolayca döverler. Ana-baba olmanın gereklerini yerine getiremezler, aile yaşantıları hep gürültülüdür. Öfke patlaması sırasında kendine zarar verici davranışlar örneğin; duvarları yumruklama, üzerilerinde sigara söndürme ya da kendini jiletleme kişiyi rahatlatır.


Ortaya çıkaran faktörler şunlardır;

Anne ve babasız büyümüş çocuklarda örneğin sokakta ya da yetiştirme yurtlarında büyümüş ya da tutarla aile eğitimi almamış çocuklarda ileride bu bozukluk daha sık görülmektedir. Babada alkolizm olması, çocukken fiziksel yada cinsel kötüye kullanımının olması yatkınlaştırıcı faktörlerdir. Ailesel yatkınlık da oldukça önemlidir.


Tedavi

Tedaviye oldukça dirençlidirler. Anormal bir durum olduğunu düşünmedikleri için tedavide işbirliğine çok az girerler. Hastaneye yatırmak fayda getirmediği gibi hastane kurallarını sabote ederek diğer hastaların tedavilerini de engellerler. Dürtüsel ve saldırgan davranışları için birtakım ilaçlardan fayda görebilirler. Beraberinde ek psikiyatrik sorunu varsa tabloyu ağırlaştırmaması açısından hızlıca tedavi görmeleri uygun olmaktadır. Aslında sürekli basına da yansıyan bu kişilik bozukluğu düşündüğümüzden daha sık görülmektedir. Bu anlamda hastalığın doğasının bilinip önlem alınması oldukça önem taşımaktadır.

Dr. Duygu Yiğittürk
Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı

Anksiyete bozuklukları hakkında bilgiler

Anksiyete diye de bilinen bunaltının ilk hali kaygıdır ve yaklaşan bir sınav bir iş görüşmesi yada bir tehlikeyle karşılaşma ihtimali içimizde bir kaygının doğmasına neden olur. Bu haliyle kaygı yeni bir duruma hazırlanmamızda hedeflerimize ve başarıya ulaşmamızda bize yardımcı olur. Ancak bazı insanlarda bu kaygı hissi öylesine yoğun ve süreklidir ki bu durum onların yaşamlarını zorlaştırır ve sosyal davranış bozukluklarına neden olur. Bazı hallerde şiddetli bir tedirginlik duygusundan panik derecesine varacak kadar ciddi bir boyuta ulaşır. Kişide baş dönmesi, sık sık dışarı çıkma arzusu, çarpıntı, terleme ve hatta görme bozukluğuna kadar gidebilir bu durum.

Öylesine etkileyici bir durum söz konusu değilken, sanki kötü bir şey olacakmış gibi sıkıntı ve güçlü bir kaygı duyma durumuna anksiyete yani bunaltı deriz. Bunaltı bazen başka bir arazın etkisi olarak ortaya çıkar. Örneğin depresyondaki bir kişi devamlı olarak bunaltı içindedir. Bazılarında fizyolojik yada psikolojik gerçek yada hayali bir suçluluk ve sıkıntı hali bu duruma neden olur. Bazen de sıkıntı ve bunaltı birbirinden bağımsız olarak gelişir.

Panik Atak
Panik Atak
Sıkıntılı olmak genelde belirgin ve istenmeyen bir durumun gelişmesi halinde söz konusudur. Bunaltıdaysa durum belirgin bir nedene dayanmamaktadır. Bir iş görüşmesinde yada sınavda veya bir ameliyattan önce kaygılı olmak doğaldır. Tehlikeli sayılabilecek bir yerde gece tek başına kalmak gibi durumlarda korku hisside doğaldır. Ama ortada böyle bir durum yokken kötü bir şey olacakmış hissine kapılmak anksiyete belirtisidir.

Normal bir tedirginlik yada kaygı ruhsal bozukluklar değildir ve vücudumuzun savunma mekanizmaları bu duygunun üstesinden gelir. Tedirginlik halinin getirdiği ruhsal durum tedirginlik oluşturan durumun giderilmesiyle ortadan kalkar. Burada ruhsal durumla tehlike arasında eş zamanlılık söz konusudur. Oysa tıbbi anlamda anksiyete bir takım ruhsal fobilere, paniğe dayanan bozukluklara, saplantı zorlantı nevrozuna benzer bir durumdur.

Panik durumu kısa fakat sık ataklarla karşılaşılan ruhsal bir bozukluktur. Hiçbir neden yokken ortaya çıkar ve terleme, çarpıntı, göğüs ağrısı, tıkanma duygusu, kıpkırmızı kesilme, titreme, kontrolü kaybetme hatta ölüm korkusunu bile beraberinde getirebilir. Bu belirtiler kişiyi daha da büyük paniğe götüren kısır döngüye dönüşebilir. Bir çok kişi kalp krizi, yada solunum zorluğu endişesiyle kendini bir hastaneye atar. Panik atakları diğer bunaltı durumlarından farklı olarak belirgin bir nesne, yer yada durumdan kaynaklanmaz. Fiziki yada ruhsal bir darbeden sonra oluşan stres bozuklukları, ırza geçme, soygun, otomobil kazası, deprem gibi olaylardan sonra baş gösterir.

Benler hakkında bilgiler

Ben, Benler, Nevus, Nevuslar
Benler (Nevuslar)
Benler (nevuslar), deride melanosit adı verilen pigment hücrelerinin oluşturduğu topluluklardır. Gözümüzün çok alışık olduğu ve her insanın vücudunda rastlanabilen benler bazı durumlarda ciddiye alınması gereken bir hastalık olabilir.

Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Asuman Cömert Erkılınç “Benler sık görülen iyi huylu deri tümörlerindendir” diyerek her benin tehlikeli olmadığını belirtiyor:

“Bütün benler tehlikeli değildir. Erişkin çağa ulaşan beyaz ırktan bir kişide ortalama 40 ben bulunur. Benler doğuştan olabilir ve yeni doğanların yüzde 1’inde doğumsal benlere rastlanmaktadır. Benler genellikle erken çocukluk çağında ortaya çıkmaya başlar ve adolesan çağda sayıları hızla artar. Ancak 20 – 30’lu yaşlara kadar yeni benler çıkabilir. Benlerin neden oluştuğunu bilmiyoruz. Ama bir kişideki benlerin sayısı genellikle kalıtsaldır. Bunun dışında, hayat boyu maruz kalınan güneş etkisi, ergenlik ve hamilelik gibi hormonal değişiklikler benlerde değişime ve artışa yol açabilir.”

En iyi takibi hasta yapar

Benlerin takibinin çok önemli olduğunun altını çizen Dr. Erkılınç, en iyi takibi kişinin kendisinin yapacağını vurgulayarak nelere dikkat edilmesi gerektiğini şöyle anlatıyor:

“Hiçbir makine ya da doktor, benlerdeki değişimi kendisi kadar iyi saptayamaz. Burada beş tane kriterimiz var. Bunları a, b, c, d, e kriterleri olarak adlandırıyoruz.

A kriteri asimetri özelliğini gösterir. İyi huylu olan benler çoğunlukla simetriktir. Oval veya yuvarlaktır.

B kriteri ise bir benin kenar özelliklerini gösterir. Benin kenarları girintili çıkıntılı yani düzensiz bir şekil almışsa önemsenmelidir.

Üçüncü kriter olan C kriteri renktir. İyi huylu benlerde çoğunlukla tekbir renk hakimdir. Eğer bende homojen kahverengli pigmentasyon yerine alacalı renklenme (siyahlı, beyazlı, pembeli gibi) olmuşsa mutlaka uzmana danışılmalıdır.

D kriteri benin çapını gösterir. Selim olan benlerin çapı genellikle 5 mm’den küçüktür. Eğer bir ben 5 mm. daha büyükse dikkat edilmelidir.

E kriteri ise bir benin aniden deri yüzeyinden yukarıya doğru kabarması ya da büyüklüğünün iki katına ulaşmasıdır. Bu beş kriterin dışında bir benin üzerinde kanama, kaşıntı, ağrı, kabuklanma olması, benin bir bölümünün aniden kaybolması gibi durumlarda da mutlaka bir dermatoloji uzmanına danışılması gerekmektedir.

Bu sayılan özellikler bir benin kötü huylu olabileceği yönünde şüphe uyandırmalıdır. Melanom adlı deri kanseri, pigment hücrelerinden köken alır. Melanomların yaklaşık %30’u benlerden, % 70’i ise öncesinde ben içermeyen normal deri üzerinde gelişir. Melanomlar en sık açık tenli bireylerde, özellikle sarı-kızıl saçlı ve çilli olan kişilerde gelişir. Çapı 10 cm. büyük doğumsal benlerde ve çoğunlukla çapı 5 mm’den büyük ve düzensiz sınırlı olan displastik nevus olarak adlandırdığımız benlerde melanom gelişme riski sıradan benlere oranla daha fazladır.

Güneşten korunmak şart

Sonradan edinilmiş benlerin güneşle çok ilgili olduğunu belirten Dr. Erkılınç bu konuda yapılabilecekleri de şöyle anlatıyor:

“Yeni ben gelişimini önleyecek en önemli davranış biçimi güneşten korunmaktır. Bunun için özellikle saat 10.00 – 16.00 saatleri arasında güneşe çıkmamak, sadece deniz kenarında değil günlük olarak en az 15 koruma faktörlü güneş kremleri kullanmak, yaz aylarında uzun kollu giysiler ile geniş kenarlıklı şapka giymek gibi fiziksel korunma yöntemleri uygulamak ve solaryumdan kaçınmak gerekiyor.”

Dr. Erkılınç son olarak şunları vurguluyor:

“Bir benin kötü ya da iyi huylu olduğunun ayırt edilmesinde klinik görünüm dışında bize yardımcı olan bir takım tanı yöntemlerimiz mevcut. Bunlardan bir tanesi benlerin detaylı içyapılarını bize gösteren ‘dermoskop’ adı verilen optik cihazla muayenedir. Bunun dışında, şüpheli durumlarda kesin tanı için, biyopsi alınarak veya beni cerrahi olarak çıkararak patolojik incelemesinin yapılması şarttır. Diğer tüm kanser tiplerinde olduğu gibi, benlerden köken alabilen melanom adlı deri kanserinde de erken tanı hayat kurtarıcı olmaktadır. Bu nedenle, özellikle beyaz tenli ve çok sayıda beni olan kişilerin öncelikle kendileri tarafından, gerektiğinde de dermatoloji uzmanı tarafından yılda en az iki kere muayenelerinin yapılması gerekmektedir.”

Kaynak: Yeditepe Sağlık

Migren ve Tamamlayıcı Tıp

Migren, Şiddetli Baş Ağrısı, Zonklama
Migren
Bugün baş ağrılarının en sık karşılaşılan tipi, şehir yaşamlarının bize mirası Migren. Önemli ölçüde iş kaybına yol açan, hafif başlayıp bir süre sonra çok şiddetlenen, zonklayıcı karakterde, genelde başın tek tarafına lokalize, 3 – 4 saat süren ve kişiyi ağrı sonrası bitkin bırakan bir baş ağrısı tipidir.

2 tipi vardır. Basit tip (aurasız) ve klasik tip (auralı). Klasik tipte kişi migren atağının başlayacağını aura denen görme ve koku alma duyularında meydana gelen değişikliklerden anlar. Basit tipte aura olmadığı için atak aniden başlar ve ailesinde migren hikayesi olanda daha sık rastlanır. Yüzde 70 oranında kadınlarda görülür ve 20’li yaşlarda başlar.

Migren tedavisi batı tıbbında yüzde 100 değildir. Bu nedenle ABD’de batı tıbbı tedavilerine tamamlayıcı tıp tedavileri eklenmesi önerilir. Batıda kabul gören tamamlayıcı tıp önerileri ise şunlardır:

  • Çörek Otu Kullanımı,
  • Feverfew kullanımı,
  • Magnezyum alımı,
  • B2 vitamini kullanımı,
  • CoQ 10 alımı,
  • Balık yağı kullanımı,
  • C vitamini alımı,
  • Melisa kullanımı,
  • Masaj
  • Rahatlama teknikleri kullanımı (yoga, meditasyon, vb.)
  • Nöralterapi,
  • Kolon hidroterapi; kalın bağırsakların beden ısısına yakın ve kısmi basınçlı su kullanılarak bir alet yardımı ile temizlenmesidir. Bu temizlik işlemi sırasında suyun yanında farklı maddeler özellikle klinik sorununuza uygun aromatik bitkilerde eklenebilir.
  • Ozon tedavisi, rectal ya da intravenöz ozon uygulaması,
  • Akupunktur tedavisi, ağrıyı kesme amaçlı değil, ağrının başlamasını engelleme ve ağrı gelme süresini uzatmak için kullanılır, yüzde 80 – 85 civarında başarı sağlar.


Akupunkturun migren için faydaları,

  • Vücudun kendi salgıladığı ağrı kesicilerini, endorfinlerin düzeyini artırır.
  • Migren de serotonin düşer, bu da arterlerde genişlemeye yol açıp ağrı yapar, akupunktur serotonini artırır.
  • Ağrıya yol açan ve vücutta sentezlenen ağrı yapıcı maddelerin (bradikinin, prostaglandin vb.) salgısını azaltır.

Haftada bir yada iki seans olmak üzere 10 seans akupunktur uygulanması önerilir. Belirtilen tamamlayıcı tıp unsurlarından size uygun olan yada olanları, kullanım şekli ve sıklığı eğitimli hekiminiz tarafından belirlenir ve size özel bir program hazırlanır. Benimde kişisel olarak desteklediğim ve kliniğimde de kullandığım bu sistemdir. Neden mi? Daha kısa sürede daha başarılı sonuçlar almak adına ( yüzde 90 – 95).

Dr. Sevil ÖZKAN

Uyku bozuklukları hakkında bilgiler

Uykusuzluk, İnsomnia
Uykusuzluk, İnsomnia
Derin ve güzel bir uyku; zinde, yenilenmiş, enerji dolu bir güne başlamanın en önemli gereğidir. Uyku sağlığın hem mimarı hem de ölçüsüdür. Uyku sorunu olmayanlar bunun kıymetini bilmeyebilirler ama devamlı olarak uykusuzluktan yakınanlar deliksiz bir uykunun kıymetini çok iyi bilir.

Örneğin Robert kronik uykusuzluktan şikayetçi. Zaman zaman uyku ilacı aldığı halde bu derdine tam bir çare bulunamıyor. Uykusuz geçen gecelerin sabahları yorgunluk, gerginlik ve işine yoğunlaşamama sorunlarıyla başlar.

Luizin durumu ise tam tersidir. O gece gündüz uykuludur ve her fırsatta uyuklar. Kol ve bacaklarında güçsüzlük hatta geçici ferç durumu bile söz konusudur. Luizin durumu ender rastlanan, gün boyu uykuya dalma eğilimindeki narkolepsi halidir.

Robert ve Luiz gibi uyku bozukluklarından yakınanlar toplumun yaklaşık yüzde 15’idir. Şikayetlerinin ağırlığı ve seyrine göre günlük iş ve aile yaşamlarında ciddi sorunlarla karşılaşmaktalar. Tek istekleri geceleri düzenli bir uykuya sahip olmaktır.


Uyurken ne olur?

Uyku sırasında hem fiziksel hem zihinsel olarak dinlenir, yenileniriz. Bu sırada beyin normalden fazla gelişme hormonu salgıladığı için hem çocuklarda hem de yetişkinlerde protein sentezi artar. Protein sentezi hücrelerimizin bölünme, yenilenme ve çoğalma sürecine katkıda bulunur.

Uyku sırasında gördüğümüz rüyalar canlı, çarpıcı, görsel ve işitsel varsanılanlarla ortaya çıkan yaşantıdır ve çoklukla gerginlikleri azaltıcı bir etkisi vardır. Kanıtlanmamakla beraber uyku sırasında hafıza bir bilgisayar gibi çalışmaya devam eder. Bu öğrendiklerimizi beynimize yerleştirmek için gereken çok yararlı bir süreçtir. Bütün bunlar yaygın bir inancın aksine uykunun aslında aktif ve karmaşık bir süreç olduğunu gösterir.


Uykunun Aşamaları

Uykunun Birinci Aşaması ve Beyin Dalgaları
Uyku 1. Aşama
İlk aşama kendinden geçme halidir. Bu, sağlıklı bir insan yatağa girdikten en geç 10 – 15 dakika sonra başlar. Kişi gevşemiş ve uyuklayan bir hale girmiştir. Ama henüz kelimenin tam anlamıyla uyumamıştır. Beyin dalgaları, solunum ve nabız zayıflar. Her türlü düşünce ve görüntü yavaş yavaş yok olur.


Uykunun İkinci Aşaması
Uyku 2. Aşama
İkinci aşama kişi uykuya daldıktan birkaç dakika sonra başlar. Bu hafif uyku halinde beyin dalgalarının hareketi daha da yavaşlar.


Uykunun Üçüncü Aşaması
Uyku 3. Aşama
Bunları takip eden 15 ila 40’ncı dakika arasında üçüncü aşama başlar. Bu derin uyku haline girme aşamasıdır. En sağlıklı ve en dinlendirici aşamada budur. Bu aşamada delta dalgaları da denilen beyin dalgaları çok geniş kavisler çizer.


Uykunun Dördüncü REM Aşaması, Hızlı Göz Hareketlerinin Görüldüğü Aşama
Uyku 4. Aşama.
(REM)
Son olarak uykuya dalmayı takip eden 70 ve 90’ncı dakikalar arasında bilim dilinde REM olarak adlandırılan dördüncü aşama gelir. Bu aşamada beyin dalgaları hızlanarak, uyanık olduğumuz çalışma şekline döner. Eğer bu sırada bir nedenle uyandırılırsak hiç uyku sersemliği çekmeden kendimize geliriz. Rüya gördüğümüz dönem bu dönemdir. Bu dönemde tüm vücut adalelerimiz hareketsiz bir durumdayken sadece göz bebeklerimiz hızlı bir hareket halindedir ki bu döneme bu nedenle REM (Rapid Eye Movements) yani Hızlı Göz Hareketleri dönemi adı verilmiştir.

Böbrek hakkında bilgiler

Organizmanın ideal ortamında değişmeden tutulabilmesi hayati önem taşır. Süreklilik isteyen bu normal şartların devamlılığına homeostazi (homeostasis) durum deniyor. İnsanoğlunun vücudunda milyonlarca canlı hücre vardır. Bunların homeostasis bir durumda bulunmaları içinde bulundukları ortamın uygun şartlara sahip olmasına bağlıdır. Her hücrenin temel ihtiyacı aynıdır. Bu nedenle bu ortamı tek bir hücreden hareket ile inceleyelim.

Hücre dokular arasındaki bir sıvı ile çevrelenmiştir. Yüzde 90’ı su olan bu sıvı kan ile birlikte sürekli bir dolaşım halindedir. Dokular arasındaki sıvı kana karışınca plazma halini alır. Besin ve oksijen hücreye kan yolu ile gelir, karbondioksit ve atıklar kana karışarak hücreden ayrılır. Solunum sistemimiz kandaki karbondioksiti alıp kanı oksijen ile besler. Vücuttaki oksijen ve karbondioksit dengesini sağlayan unsur solunum sistemidir. Geriye besin ve besin artıkları kalır. Hücrenin ihtiyacı olan besini sindirim sistemi sağlar ve dengede tutar.


Peki artık ve atıklara ne olur ?

Bir sistem onları temizlemezse kanımız giderek kirlenecek denge bozulacaktır. Bu durumda homeostasis yok olur ve bunun sonucu ölümdür. O zaman kan dolaşımımızın birde artık temizleyiciye ihtiyacı vardır. Homeostasis durum ancak böyle korunabilir.

Böbrek hastalarında hemodiyaliz makinesinin yardımı olmadan kanında biriken atıklar hücrelerin işlevini engeller. Zamanında ve belirli aralıklarla diyaliz yaptırması tek yaşam yoludur. Sağlıklı insanlar için homeostasis durumun korunması önemli bir sorun değildir. Böbrekleri sağlıklı olduğu için onların hemodiyalize ihtiyaçları yoktur. Kanlarındaki plazma böbrekleri tarafından gereğince süzülür.

İdrar yolunun temel organı böbreklerdir. Kandan temizlenen artıklar vücuttan idrar yoluyla atılırlar. Ama böbrekler bu artıkların atılmasının ötesinde bazı işlevlere sahiptir. Vücuttaki hücreler kan plazmasında hayati bazı maddelere de ihtiyaç duyarlar. Böbrekler belirli bir zaman diliminde bu maddelerin kan plazmasında gereken miktarda olmasını da sağlar.

İdrar sistemi karın boşluğunun altındadır. Fasulye tanesi biçimindeki iki böbrek vücudun iki yanına yerleşmiştir. İdrar böbreklerden çıkarak idrar yolundan geçer ve alt karında pelvis de bulunan idrar kesesine dolar. İdrar kesesi genişler ve beyne idrar yapma uyarısını yollar. İdrar istenç içi sinir sisteminin kontrolündedir. Keseyi terk edip siyek de denilen üretra yoluyla vücuttan atılır. Erkeklerde üretra kanalı penisin içinden geçer. Kadınlarda vajinanın tam ağzında son bulur.

Vücudumuzdan her gün yaklaşık 1 litre idrar atılır. Bu vücudumuzdaki 13 litrelik sıvının böbreklerden süzülmesi sonucu ortaya çıkar. Bu sıvının 10 litresi hücreler arasında dolaşır. Geri kalan 3 litre sıvı plazma olarak kanda bulunur. Plazma konumunda bulunan sıvının yolu günde birçok kereler böbrekten geçer. Böbrek tarafından süzülen plazmanın toplam olarak günde 950 litreye denk düştüğü bilinmektedir. Bu vücudumuzun kan birikimi içinde küçümsenemeyecek bir miktardır. Kalbin pompaladığı kanın her an ¼ ü böbreklere ulaşmaktadır. Bu kadar kanı temizlemek için böbreklerinde devamlı temiz kana ihtiyacı vardır. Bu ortadan inen iki geniş damar ile sağlanır. Bu iki damar kalpten aldıkları kanı alt toplar damara verirler.

Şizofreni hakkında bilgiler

Şizofreni ve Tedavisi
Şizofreni ve Tedavisi
Adını anmak bile duygusal tepki ve korku meydana getiren bir hastalık. Muhtemelen akıl hastalıkları içinde en gizemli ve bilinmeyeni en çok olanı. Şizofreni cinsiyet, ırk, iklim, kültür farkına bakmaksızın her 100 kişiden 1’inde değişik ağırlıkta rastlanılan bir hastalıktır. Zekaya bir etkisi olmadığı için akli bir gerilik söz konusu değildir. Düşünce, duygu ve davranış bozukluklarıyla ortaya çıkan bir psikoz türüdür. Hastalığın nedeni ve tarifi tam olarak yapılamamakla birlikte psikolojik ve toplumsal etkenlerin birlikte rol oynadığı düşünülür.

Hastalığı bazıları bir kişilik ikilemi, bazıları duygular ve düşünceler arasında uyumsuzluk olarak tanımlar. Bazıları da kişinin kendine özgü bir iç dünya oluşturmak ve bu iç dünyaya çekilmesine neden olan bir psikiyatrik rahatsızlık olarak tanımlar. 15 ila 45 yaşları arasında etkin olup genellikle genç yaşlarda başlar.

Mark 21 yaşındadır ve hastalığı 15 yaşında başlamıştır. Buna rağmen üniversitedeki fizik eğitimine devam etmektedir. Lery 30 yaşındadır partime bir işte çalışmaktadır. Liya 26 yaşındadır. 2 kere tedavi gördüğü bir psikiyatri kliniğinden yeni taburcu olmuştur.

Şizofreni tanısının konulabilmesi için bazı belirtilerin tespiti gereklidir. Belirgin ve hat safhadaki bu belirtilere göre kesin bir tanı konulması için en 6 aylık bir müşahede süresi gereklidir. Aslında bir çok halde bu belirtilerin tümünün hastada bulunması da şart değildir. Olayların yüzde 64’ünde gerçeklerle ilgili olamayacak hayaller aleminde yaşanır. Örneğin Lery kendisinin uzayda yıldızlar arasında gezinebildiğine inanmaktadır. Vakaların yüzde 74’ünde görsel yada işitsel halüsinasyonlar, yani varsayılan algı bozuklukları olur. Mark ise kendisine ne yapması gerektiğini söyleyen sesler duyduğuna inanır. Bazı hallerde düşünceyi oluşturan kavramlar arasında bağlantı yok olmuştur ve konuşmalara karışık anlamsız bir ifade şekli hakimdir. Vakaların neredeyse hemen hepsinde hastanın normal fonksiyonlarında bir zayıflama, derinliğinde belirgin bir azalma ve okuldaki randımanında bir düşüklük görülür.

Beyin hakkında bilgiler

Beyin protein, yağ, su ve bazı kimyasal bileşimlerden oluşmuş bir organdır. Normal bir insan beyni 1250 gr. kadar olup koyu bir muhallebi kıvamındadır. Sinir sistemimizin bir parçası olan beyin hareketlerimizi düzenleyip bulunduğumuz ortama uyum sağlamamızı temin eder. Beynin ve sinir sisteminin çalışan temel üniteleri nöron denilen sinir hücreleridir. Sadece beyinde 10 milyar adet nöron vardır. Bunların görevi uyarıları oluşturmak, oluşan uyarıları kavramak ve ilgili organlara ulaştırmaktır. Bu uyarılar elektriksel ve kimyasal olmak üzere iki türlü olur. Aslında düşüncelerimizde bu uyarıların bir sonucudur.

Beyin Hücreleri Nöron Sinir Elektriksel ve Kimyasal İletişim
Beyin Hücreleri
Nöron Sinir Elektriksel ve
Kimyasal İletişim
Tipik bir beyin nöronu üç bölümden oluşur. Hücre, gelen uyarıları alan alıcı sinir lifleri ve yollanacak uyarılar için bir ana gönderici sinir lifi. Bir alıcı sinir lifinin uyarılmasıyla elektrik uyarısı başlar. Uyarı önce hücreden sonrada gönderici sinir lifinden geçer. Başka bir hücre ile birleşme noktasına gelince kimyasal bir iletken oluşturur. Bu iletken iki nöronun birleştiği yerdeki sıvı dolu boşluğu geçerek çizimdeki gibi öbür hücreyi harekete geçirir yada herhangi bir harekete engel olur.

Beyinde düzinelerce kimyasal iletken keşfedilmiştir. Bazı ilaçlar bu iletkenlere tesir ederek etkilerini gösterirler. Örneğin beynin belirli bir bölgesindeki dopamin eksikliği yüzde anlamsız ifadelere kol ve bacaklarda titremelere neden olur. Bu özellikle yaşlılarda rastlanılan Parkinson hastalığının belirtileridir. Vücut yeterli miktarda dopamin üretememektedir.

Nöron
Nöron
Bilim ve teknolojideki bütün ilerlemelere rağmen insan beyninin nasıl çalıştığı tam olarak bilinmemektedir. Vücudu nasıl yönettiği, nasıl düşündüğü, nasıl hayal kurduğu bu bilinmeyenlerin arasındadır. Beyinde nöronların varlığı yüzyıl önce bilinmiyordu bile. Temel mekanizmalarının elektriklenmeye bağlı olduğu da kısa bir zaman önce anlaşıldı. Nöronların kimyasal yapısı üzerinde daha pek çok araştırma yapılması, daha pek çok şey öğrenilmesi gerekiyor. Beyin nöronları gerçekte yukardaki çizimde gösterildiği gibi açık bir şekilde görülemiyor. Buda araştırmaları zorlaştıran araştırmaların başında geliyor. Beyin sıkı sıkıya paketlenmiş gibi. Nöronlar kendilerini besleyen ve beynin kimyasını oluşturan bir çok dokuyla sarılmış.

Varis hakkında bilgiler

Bacakta Varis
Bacakta Varis
Bacaklarınız nasıl? Bir ağrı ve yorgunluk hissi duymadan gününüzü tamamlayabiliyor musunuz? En sevdiğiniz sporu, günlük egzersizlerinizi, yürüyüşlerinizi ayak ağrısız yapabiliyor musunuz? Yoksa sizi rahatsız eden bozukluklar mı var? Bu sorulara vereceğiniz cevaba göre varisten şikayetçi olabilirsiniz.

Varis kadınların yüzde 40’ını, erkeklerin yüzde 25’ini etkileyen çok yaygın bir sağlık sorunudur. Bazıları bunu sadece göze hoş görünmeyen estetik sorunu olarak alırken, birçok kişi için bu yürümekte ve hareket etmekte büyük sorun teşkil eden bir durumdur bu.

Diz İçi Varisi
Diz İçi Varisi
Eğer bacaklarınız ağrıyor, şişiyor ve günün sonuna doğru giderek daha da ağırlaşıyorsa bir varis sorunuyla karşı karşıya olabilirsiniz. Yürürken ayakların ağırlaşması, gece ve sabah kalkarken kramp girmesi yada yatma saatlerinde şiddetli ayak ağrıları varisin diğer belirtileridir. Sorun sıcakla daha da arttığı için hastalar kış aylarında daha rahat yürür ve hareket eder.

Varis damarları derinin hemen altında olduğu için dikkatle bakılınca gözle görülür. Kalça kemiğinizin civarında, dizlerinizin ve bacaklarınızın özellikle iç bölümlerinde mavimsi damar ağları görürsünüz.

Distrofi hakkında bilgiler

Günlük yaşantımız istemli olarak yaptığımız birçok hareketle doludur ve bu hareketlerimizi kaslarımız sayesinde yaparız. İstemle çalışan ve genellikle iskeletin bölümleri arasında koordinasyonu sağlayan kasları kendi irademizle harekete geçiririz. Ama bazı hallerde kaslarımız emirlere uymaz. Kas distrofisi dediğimiz karmaşık yapılı hastalıkta da olan budur. Aslında kas distrofisi tek bir hastalık değil, bir grup hastalık türüdür.

Bir düzineye yakın türü vardır. Ve her biri ayrı yaşta, değişik gelişme hızında ve farklı ciddiyettedir. Bazı türleri hastayı belli belirsiz etkiler ve hasta normal yaşamını sürdürür. En yaygın rastlanan türleri duchanne distrofisi ve miyotonik distrofidir. Bunlardan daha az yaygınlarıysa becker distrofisi, kavşak tipi distrofi ve yüz köprücük kemiği üst kol distrofisidir.

Bu tür hastalıkların müşterek noktası kalıtsal olmalarıdır. Bunlar anne babanın birinden yada ikisinden gelen genetik bozukluklardan kaynaklanır. İnsan vücudundaki her bir hücrede 23 çift kromozom bulunur. Bu çift kromozomların biri babadan diğeri anadan gelir. Bir canlının karakteristiklerini tayin eden genlerin kromozomlar üzerinde doğrudan etkisi vardır. Kalıtsal hastalıkların sebebi de bu kromozomlardır.

Kalıtsal ataksi hakkında bilgiler

Kalıtsal Ataksi
Kalıtsal Ataksi
Karen 12 yaşında. Onun yaşında hayat neşe ve ümit doludur. Ama Karen için bazı basit hareketleri yapmak bile imkansız. İstemli kas hareketlerinde düzensizlik meydana getiren ender rastlanılan bir hastalığın kurbanı. Onu sakat bırakan bu hastalığın adı kalıtsal ataksi. 5000 kişiden 1’ine vuran tatsız bir piyangodur bu. Karen yürümek, telefona cevap vermek, bir bardak su içmek gibi basit hareketlerde bile zorlanıyor. Şimdilik yürüyebiliyor ancak ataksi bıkmadan yorulmadan ilerleme gösterir. Karen her sabah “bakalım bugün hangi yeteneğimi kaybettim” korkusuyla uyanıyor. Günün birinde tekerlekli sandalyeye mahkum olacağının bilincinde.

Poll de aynı rahatsızlıktan muzdarip. Henüz 40’lı yaşlarının başında. 12 yaşından bu yana kalıtsal ataksi hastası. Tekerlekli sandalyeye mahkumiyeti 25 yaşında başlamış. Yürüyememek büyük ölçüde sarsmış onu. Böyle bir fiziksel engelle karşılaşmasını hiç kabullenememiş önceleri ve duvarlara tutuna tutuna yürümeye çalışmış uzun bir süre. Ama pes etmiş şimdilerde kendini idare etmekten tamamen yoksun.

Karen gibi bir hasta için bir yumurtayı kırmak bile imkansıza yakın güç bir iş. Oysa buna gelinceye kadar günlük yaşantımızda hiç fark etmeden yaptığımız işleri bir düşünsenize. Saçımı taramak, kaşınmak hatta sadece ayakta durmak. Kalıtsal ataksi hastaları için bunları yapmak inanılmaz bir güç gösterisidir. Ve bunları da yapması zamanla imkansız hale gelecek. Karen hep böyle değilmiş. Yaşamının ilk yıllarında bu tür sorunları yokmuş. İlk belirtiler 5 yaşında görülmeye başlamış. Karenin durumu bu hastalığın tipik seyri. Çünkü hastalık genellikle çocukluk yaşlarında başlıyor yada Poll de olduğu gibi ergenlik yaşlarında. Genelliklede 25 yaşından önce teşhis kesinleşiyor.

Karen ilk önce dengesini kurmada güçlük çekmeye başlamış. Baş dönmeleri sıklaşmış ve sık sık düşer olmuş. Tutuk ve yalpalaya yalpalaya yürümeye başlamış. Düşüyor ve sık sık ağlıyormuş. Sonunda ruhsal bunalıma girmiş.

Menenjit nedir? Menenjit hakkında bilgiler

Menenjit bazı zarların iltihaplanmasıdır. Bu zarlar beyin ve omuriliği örter. İltihaplanma akut yada kronik olabilir. Virüs yada bakteri kökenliler daha yaygındır. İster çocuklarda ister yetişkinlerde olsun menenjite neden olan 3 bakteri tipi vardır. Bunlar:

  • B tipi hemofiliz inflüenza
  • Pnömokok
  • Menengokok

Menenjit Beyin Zarı Omurilik
Menenjit,
Beyin Zarı Omurilik
Menengokok bakterisi sadece menenjite değil daha birçok hastalığa yol açar. Bir tür kan iltihabı bunların arasındadır. Kısaca menenjit olarak tanımlanan birçok hastalığa bu bakterinin sebep olduğu anlaşılmıştır. Aslında soğuğa sıcağa, ultraviyole ışınlarına olduğu kadar temizlik malzemelerine karşıda dayanıksız bir bakteri türüdür. Menengokoklar burun, üst yutak ve boğazda çoğalır. Bulaşma hava yoluyla ve kişilerin yakın temasları sonucu mikrop içeren damlacıkların solunmasıyla oluşur. Bu nedenle arkadaşlar, eşler, aile bireyleri ilk hedeftir.

Kuluçka dönemi ortalama olarak 3 ila 4 gün sürer ama en az 2 en çok 10 gündür. Hastalık belirtilerinin çıkmasından bir hafta önce bulaşıcılık kazanır ve tedaviden 24 saat kadar sonrada devam eder. Hastalığın ilk odağı doğrudan beyin zarı olabileceği gibi bir başka bölgeden kan dolaşımıyla taşınarak, beyin omurilik sıvısına ulaşabilir. Bu sıvı beyin ve omuriliğin etrafındadır. Menengokoklar beyin ve omurilik zarında çoğalır.