|
Kimya |
16 yy.'ın ünlü filozofu Sir Francis Bacon bilimi yeni ürünler ve yöntemlerle insan sağlığını, refahını zenginleştiren bir nimet diye tanımlamıştı. Bilimsel gelişmelerin refah düzeyimizi artırmada gerçekten büyük katkısı olmuştur. 20 yy.’ın ve gelecek yüzyılların teknolojisi bilimsel buluşların bir ürünüdür. Ve bu buluşların büyük bir kısmı yaşamımızın her safhasına damgasını vurmuştur.
Bir hamburger, patates kızartması yada meşrubat siparişi verdiğimizde gerçekten ne sipariş ettiğimizi biliyor muyuz? Bu iştah açıcı koku, o göz alıcı renk, lezzet nerden geliyor? Ketçabın dökülüşündeki kıvam nasıl elde edilmiş? Bunların her birinin temelinde yatan sır kimyadır.
Aslında besinlerimizi proteinler, yağlar, karbonhidratlar, bitkiler ve hayvansal besinlerle, vitaminler ve bazı mineraller oluşturur. Ama besin maddelerinde bunların çok ötesinde bir özellik vardır. Bitkisel ürünler elde edilirken pek çok kimyasal madde kullanılır. Bu nedenle tarladan toplanan ürünün birçok temel besin özellikleri kaybolur. Mesela buğday un haline gelirken içindeki minerallerin çoğunu kaybeder ve geriye sadece nişasta kalır. Meyvelerde soyulup pişirilince vitaminlerinin çoğu yok olur.
Kaybettikleri besleyici gücü geri vermek ve hastalıkları önlemek amacıyla besinlere pek çok katkı maddesi ilave edilir.
1924 yılında tiroit bezlerinin şişmesine neden olan guatr hastalığını önlemek açısından tuza katılan potasyum iyodunu bunun ilk örneklerinden biri olarak verebiliriz. Süte D vitamini konulması kemiklerin deforme olmasına neden olan raşitizm hastalığını önleyici bir uygulama olmuştur. Ekmek gibi hamurdan yapılan besinlerimize katılan demir ve B vitamini de unların besleyici gücünü artırır.
Gıda sanayinde besinlerin daha lezzetli, kokusunun daha iyi, daha dayanıklı olmasını ve katılaşmasını sağlamak amacıyla bir çok kimyasal katkı maddesi kullanılmaktadır. Üstelik astronomlar uzayda nasıl beslenir, vücutlarını nasıl sağlıklı tutarlar gibi soruların cevaplarını da kimyasal ürünlerde bulmaktayız.
İnsanlık hastalıklardan ve ağrılardan kurtulmak için binlerce yıl bitki özlerinden yapılmış ilaçları çiğnemiş yada yutmuştur. 1800’lü yılların ortalarında kimya ile uğraşan devrim bilim adamları söğüt ağacının kabuğunda salisilik asit olduğunu bulmuşlardır. 1899 yılında Almanya’nın Bayer Firması salisilik asitten aspirin adlı ilacı üretmeye başlamıştır.
1930’lu yıllardan önce bulaşıcı hastalıklar başlıca ölüm sebebiydi. Grip, veba, kızıl hastalıkları birkaç hafta içinde nerdeyse bütün bir şehri etkisi altına alıyordu. Ama 1960’lı yıllarda kimyagerlerin geliştirdikleri antibiyotikler sayesinde öldürücü hastalıkların önemli bir kısmı kontrol altına alındı. Bugün kullanılan penisilin, tetrasilin gibi ilaçlar kimya laboratuvarlarında küf ve bakterilerden sentetik olarak elde edilmektedir.
Bilim adamları bir çok organizmaları kimya yolu ile değişime uğratarak doğadan elde edilebilecek ilaçlardan çok daha fazla üretebilmektedirler. İnsan hormon ve enzimlerinin bile yerini alabilen sentetik mikroorganizmalar üretebilmektedirler. Bakterinin sağlık verici bir ilaç haline geldiğini düşünebiliyor musunuz?