Radyasyon hakkında bilgiler

Güneş ışınlarından hoşlanmayanımız yoktur. Ayrıca güneş gezegenimizin en önemli enerji kaynağıdır. Güneş ışınlarının bize nasıl ulaştığını hiç düşündünüz mü? Radyasyon yoluyla. Kendimizi güneşten gelen radyasyondan korumalıyız. Ne var ki güneş ışınlarının bize verdiği zarar kadar yararı da vardır. Her şeyden önce güneş gezegenimizdeki yaşamın devamı için şarttır. Gerekli önlemleri alıp zararlı etkilerinden korunursak güneşlenmenin zevkine varabiliriz. Güneş gibi bazı radyasyon türleri de vardır ve bunların bazıları güneş kadar zararlıdır.

Radyasyon görülmez duyulmaz bir enerjidir. Çoğu dalgalar halinde hareket eder. Bu dalgaların uzunlukları önemlidir. Bir dalga dalga boyuyla ölçülür. Bu tabloda değişik radyasyon türleri görüyoruz. Her bir radyasyon çeşidinin farklı bir boyu var. Bu radyo istasyonunda radyasyon uzun dalgalar halinde yayılıyor. Uzun dalga boyunda dalgaların tepe noktası arasındaki uzaklık 1 kilometreye kadar çıkabilir. Görüp duyamadığımız bu dalgaları ancak radyo alıcısının yakalayabileceği sinyallere dönüştürebiliriz.

Radyo dalgaları zarar vermeksizin binaların ve insanların içinden geçer. Ama geçerken güçlerinden bir şeyler kaybederler. Çelik ve betonla güçlendirilmiş bir tünel bu dalgaların gücünü o kadar azaltır ki en güçlü radyo alıcısı bile sinyalleri almakta zorlanır.

Uzun Dalga Boyu
Uzun Dalga Boyu
Televizyon görüntülerinde biraz daha kısa dalgalar kullanılır. Bir televizyon antenindeki çubuklar bu dalgaların uzunluğuna göre ayarlanmıştır. Bundan daha kısa dalgalarda radarlar çalışır. Radarlar uçak ve gemilerden geçmeyen aksine radara geri dönen radarlar yayar ve bu bir ekranda görülebilir.

Dalgalar biraz daha kısalınca mikrodalga denilen dalgalar ortaya çıkar. Günümüzde bu mikrodalgalar yemek pişirmede kullanılıyor. Mikrodalgalar insanlara zarar verebilir ama mikrodalga fırınlarda özel güvenlik önlemleri alınmıştır.

Dalgalar biraz daha kısaldığında kızıl ötesi dalgalar ortaya çıkar. Kızılötesi dalgaları hissedebiliriz. Vücudumuzda hissettiğimiz ısı bu dalgaların etkisidir. Bu tür ısının adale ağrılarını giderici ve rahatlatıcı bir havası vardır. Ateşten ve sobadan çıkan sıcaklığı da bu şekilde hissederiz. Isıyı tespit eden özel bir araç kullanarak ısının fotoğrafını çekmek mümkündür.

Günlük Yaşamda Kimya

Kimya
Kimya
16 yy.'ın ünlü filozofu Sir Francis Bacon bilimi yeni ürünler ve yöntemlerle insan sağlığını, refahını zenginleştiren bir nimet diye tanımlamıştı. Bilimsel gelişmelerin refah düzeyimizi artırmada gerçekten büyük katkısı olmuştur. 20 yy.’ın ve gelecek yüzyılların teknolojisi bilimsel buluşların bir ürünüdür. Ve bu buluşların büyük bir kısmı yaşamımızın her safhasına damgasını vurmuştur.

Bir hamburger, patates kızartması yada meşrubat siparişi verdiğimizde gerçekten ne sipariş ettiğimizi biliyor muyuz? Bu iştah açıcı koku, o göz alıcı renk, lezzet nerden geliyor? Ketçabın dökülüşündeki kıvam nasıl elde edilmiş? Bunların her birinin temelinde yatan sır kimyadır.

Aslında besinlerimizi proteinler, yağlar, karbonhidratlar, bitkiler ve hayvansal besinlerle, vitaminler ve bazı mineraller oluşturur. Ama besin maddelerinde bunların çok ötesinde bir özellik vardır. Bitkisel ürünler elde edilirken pek çok kimyasal madde kullanılır. Bu nedenle tarladan toplanan ürünün birçok temel besin özellikleri kaybolur. Mesela buğday un haline gelirken içindeki minerallerin çoğunu kaybeder ve geriye sadece nişasta kalır. Meyvelerde soyulup pişirilince vitaminlerinin çoğu yok olur.

Kaybettikleri besleyici gücü geri vermek ve hastalıkları önlemek amacıyla besinlere pek çok katkı maddesi ilave edilir.

1924 yılında tiroit bezlerinin şişmesine neden olan guatr hastalığını önlemek açısından tuza katılan potasyum iyodunu bunun ilk örneklerinden biri olarak verebiliriz. Süte D vitamini konulması kemiklerin deforme olmasına neden olan raşitizm hastalığını önleyici bir uygulama olmuştur. Ekmek gibi hamurdan yapılan besinlerimize katılan demir ve B vitamini de unların besleyici gücünü artırır.

Gıda sanayinde besinlerin daha lezzetli, kokusunun daha iyi, daha dayanıklı olmasını ve katılaşmasını sağlamak amacıyla bir çok kimyasal katkı maddesi kullanılmaktadır. Üstelik astronomlar uzayda nasıl beslenir, vücutlarını nasıl sağlıklı tutarlar gibi soruların cevaplarını da kimyasal ürünlerde bulmaktayız.

İnsanlık hastalıklardan ve ağrılardan kurtulmak için binlerce yıl bitki özlerinden yapılmış ilaçları çiğnemiş yada yutmuştur. 1800’lü yılların ortalarında kimya ile uğraşan devrim bilim adamları söğüt ağacının kabuğunda salisilik asit olduğunu bulmuşlardır. 1899 yılında Almanya’nın Bayer Firması salisilik asitten aspirin adlı ilacı üretmeye başlamıştır.

1930’lu yıllardan önce bulaşıcı hastalıklar başlıca ölüm sebebiydi. Grip, veba, kızıl hastalıkları birkaç hafta içinde nerdeyse bütün bir şehri etkisi altına alıyordu. Ama 1960’lı yıllarda kimyagerlerin geliştirdikleri antibiyotikler sayesinde öldürücü hastalıkların önemli bir kısmı kontrol altına alındı. Bugün kullanılan penisilin, tetrasilin gibi ilaçlar kimya laboratuvarlarında küf ve bakterilerden sentetik olarak elde edilmektedir.

Bilim adamları bir çok organizmaları kimya yolu ile değişime uğratarak doğadan elde edilebilecek ilaçlardan çok daha fazla üretebilmektedirler. İnsan hormon ve enzimlerinin bile yerini alabilen sentetik mikroorganizmalar üretebilmektedirler. Bakterinin sağlık verici bir ilaç haline geldiğini düşünebiliyor musunuz?